16 Ocak 2014 Perşembe

Bir Pineapple'ın Sporla İmtihanı

Hayatta en sıkıldığım şeylerden biri spor yapmak. Aslında tombul tombalak bir tip olmam dışında spora oldukça yatkın bir bünyem var. Boyum kısa değil, omuzlarım geniş, çabuk yorulmam falan filan.. Ortaokulda beden hocalarım buna aldanıp beni takıma almaya çalıştılar ama nafile. Sevmiyorum arkadaş spor yapmayı. Hele spor salonuna git, üstünü değiştir, kapalı bir alanda diğer insanların ter ve nefesi içinde dilin dışarıda koş, bütün evi siler süpürür bi de üstüne camları silerim daha iyi.

Ailedeki herkes şişman kategorisine girince eve bi tane yürüyüş bandı aldık. İlk heves hergün düzenli yürüyorum, koşuyorum ama 3. ya da 4. günün sonunda o yürüyüş bandının üstüne çıkmak için ayakkabılarımı değiştirmeye bile üşenir oldum. Sonunda, yürürken how i met your mother dizisinin bölümlerini izleyeyim, hem vakit geçer hem de biraz gülerim dedim. Ama bir gün o kadar çok güldüm ki, yürüme hızımı ayarlayamadım ve paaat yürüyüş bandının üzerine düştüm! Güya ben düşünce o güvenlik ipi çekilecek ve bant duracak dimi, nerdeee??! İp, yürüyüş bandından ayrılacağına benden ayrıldı ve ben baya baya çalışmaya devam eden yürüyüş bandının üzerinde bir süre düşmekle kalkmak, durdurmaya çalışmakla kendimi kenara atmak arasında sürüklendim. Bir yandan canım acıyor, bir yandan halime gülüyorum. O günden kalma sol dizimin üzerinde Amerika haritası kadar bi iz var. Gel de spor yapmayı sev şimdi!

Hayatta yapmaktan hoşlandığım iki spor var. Biri gerçekten tempolu yürümek (yavaş olunca sıkılıyorum, koşunca dizim, bileğim, bacağım, her yerim ağrıyor.) diğeri de yüzmek. Ama havuzda debelenip durmayı da sevmiyorum mesela, denizde yüzmek gibisi yok ki! Bu kadar şartlı kaideli spor yapılmıyor tabi, a dostlar!

Ankara'dayken işimle evim yakın olduğu için sabahları işe yürüyerek gidiyordum bi dönem. Üstte takım elbise, altta spor ayakkabı, tuhaf tuhaf bakanlar mı istersin, bırak yürüyüş yolunu kaldırım bile olmadığı için her sabah defalarca ezilme tehlikesi, trafiğin içinde yürüdüğün için soluduğun egzoz dumanı, sinir stres derken, bi yerde bırakmak zorunda kaldım. Daha doğrusu o strese bünyem dayanmadı, yine üşenmeye başladım.

Buraya gelirken en büyük hayalim yürüyüş yollarının olduğu büyük kaldırımlarda yürümekti. Günde 10 km. gibi de bir hedefim vardı. Yürümeye başlamamın 10. gününde 13,5 km. yürüdüm ve en ufak bir yorgunluk hissetmiyorum! Üstelik her gün farklı bir güzergahta yürüdüğüm için sıkılmıyorum ve üşenmiyorum. Resmen hayatım değişti yahu! Bir de bugün, yürürken karşıma çıkan bir kapıdan girdim ve kendimi Versay Sarayı'nın bahçesinde buldum. Bahçeler hergün 18.00'e kadar halka açık ve ücretsiz. Gezmeye gittiğimizde yürüyen, koşan kimse görmediğim için bugüne kadar girmeye cesaret edememiştim. Ama haftaiçi herkes orada spor yapıyormuş, daha bugün keşfettim. Ortada büyük bir haç şeklinde Grand Canal yer alıyor, çevresi de orman. Kanalın kenarında geniş bir yol var, genç yaşlı herkes, kanal boyunca yürüyor, koşuyor, bisiklete biniyor. Kitabını alıp gelip, kanala karşı oturup okuyan da var. Yıllardır hayalini kurduğum şey ve benim ülkemde yok! Gezi Parkı'ndaki ağaçlar kesilmesin diye yaşananları düşününce, şehirlerimizi bu kadar yaşanmaz hale getirenleri ıslak odunla dövesim geliyor!

Geçenlerde Jouy-en-Josas'ta okul kampüsünün içindeki gölün kenarında yürüdük. Ormanın tam içi, ufak da bir göl var, hem gözün gönlün açılıyor hem de temiz hava alıyorsun. Yürüyüşten döndüm, öyle feci bir baş ağrısı ki, adımı söyleyemiyorum. Kafamı kaldırabildiğim ilk anda yatmaya gittim. Ertesi gün anladık ki, beni oksijen çarpmış! Temiz havaya o kadar hasret ki bünyem, azıcık oksijen gördü mü kendinden geçiyor. Ama o da yavaş yavaş insani bir yerde yaşadığımızı anlamaya başladı herhalde, bugünkü oksijen yağmuruna rağmen, hiç bir ağrı-sızı yok.

Bu arada, bu bahsettiğim yerler, şehrin göbeğinde. Yürümeye evin önünden başlıyorum, öyle arabaya binip yürüyüş parkuruna gidip, yürüyüp eve arabayla dönmek yok yani. Keşke Türkiye'ye döndüğümüzde böyle yürüyebilecek olsaydım, inan o zaman üşenmez, 2 saat erken kalkar her gün yürürdüm. Ama Türkiye için özellikle de Ankara için bu tip şeyler uzuuuun bir süre hayal olarak kalacak herhalde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder